6.11.2012

Türkiye ve İşadamları Üzerine

Ayşe Buğra'nın "Devlet ve İşadamları" makalesinden yola çıkılmıştır. Aynı isimli İletişim Yayınları'ndan çıkan derlemeden makaleye ulaşılabilir.


Ayşe Buğra’nın makalesi, Türkiye’de iş adamlarının cumhuriyetin kuruluşundan itibaren geçirdikleri süreçleri kısa da olsa özetliyor. Makalenin dili oldukça yalın ve anlaşılır. Aslında bu durum biraz da ilginç, zira Ayşe Buğra Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışan bir akademisyen ve akademisyenlerin makalelerinde bu kadar anlaşılır olunmasına çok da alışık değilim.
Ayşe Buğra, iş adamlığı ve girişimciliği kültürel temeller üzerinden değerlendirerek, Türkiye’deki iş adamlarının kökenini ve devletle olan ilişkilerini sorguluyor. Kendisinin de belirttiği gibi çalışması ilginç, zira Türkiye’de yerleşmiş algıya ve eğitime göre, ticaret ve sanayi Osmanlı döneminden beri gayrimüslimlerin alanıdır ve Müslümanlar bu alanda başarılı olamamaktadır. Gerçekten de, bu algı bazı ders kitaplarımıza dahi girmiş bulunmaktadır. 1970’lerin ünlü ticaret hukuku profesörü Reha Poroy’un Ticari İşletme Hukuku kitabının tarihsel süreç kısmında dahi, Osmanlı döneminde ticaretin “dini” sebeplerle Musevi ve Hristiyanların elinde olduğu belirtilmektedir. Peki gerçekten de bu “dini sebepler” midir tek etken? Ayşe Buğra’nın da isabetle belirttiği gibi, gerçekten dini sebeplere bakacak olursak Müslümanlar’ın gayrimüslimleri ticarette saf dışı bırakması gerekirdi. Ortaçağ’da tüm malvarlıklarını ölürken kiliseye bağışlayan tüccarların bunu “malvarlığı ile cennete gitmek, devenin iğne deliğinden geçmesinden zordur” motivasyonu ile yapmaları, aslında dini sebeplerin çok da bize öğretildiği gibi olmadığını biraz da olsa gösterir. Protestanlığın en büyük desteği burjuvaziden alması da bu inanca duyulan tepkinin eseridir. Bunun aksinde ise, Müslümanlık ortaya çıkışından itibaren ticaret ile barışık olmuştur, bunun da en güzel örneği Hz. Muhammed’in de ticaretle uğraşmış olmasıdır. Ayşe Buğra’ya 17. Yüzyıl sonrası Osmanlı’da ticaretle uğraşan kesimin daha çok gayrimüslimler olmaya başlamasını kapitülasyonlara dayandırıyor, fakat ben bu görüşü desteklemekle beraber yeterli de bulmuyorum. Sanayi devrimi sonrası, Batılı sanayici ve tüccarlar gelişmiş olsa da, Reform’un etkisi sanayi ile devletin ayrılması Batılı sanayici ve tüccarların öne çıkmasında daha etkilidir. Osmanlı’da da ticareti ele geçirenlere bakılırsa, genel olarak Batı görmüş veya Batı’dan gelmiş tüccarlar olduğu görülecektir. Kapitülasyonlar elbette imtiyazları da beraberinde getirerek, gayrimüslimlerin önünü açmıştır; fakat bunu sadece kapitülasyonlara bağlamak da yeterli olmayacaktır.
Türkiye’de, devraldığı imparatorluk mirasına uygun olarak ulus devletin inşasına kadar geçen süreçte sermaye birikimi yaşanmamıştır. Toprak sahipliği de Osmanlı toprak sisteminin bozulması ile birlikte en büyük servet olagelmiştir. Bu durum, İttihat Terakki ile başlayan uluslaşma sürecine kadar Türkiye’de büyük sermaye sahiplerinin görülmeyişini destekler. Daha sonra ortaya çıkan sanayicilerin ve tüccarların da çok büyük kısmı, elde ettikleri sermayenin büyük kısmı ile toprak alacak ve bir bakıma kendilerini imparatorluktan kalma bir adetle güvence altına alacaklardır.
Ayşe Buğra’nın belirttiği, Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan bürokrasinin meslek haline dönüşmesi olgusunu açmak gerekir. Tanzimat, geç modernleşmenin getirdiği bir süreçtir. Hızla modernleşmek isteyen Osmanlı’da, Türk devlet geleneğine uygun olarak zaten güçlü olan devlet memurluğu iyice güçlenmiştir. İyi bir hayat sürmenin yegane yolu, iyiden iyiye saraydan geçmeye başlamıştır. En basitinden iyi eğitimin yolu dahi Mekteb-i Sultani yani bürokrasinin mektebidir. Bu ortamda, tüccar ve iş adamlarının bürokrasi dışından çıkması da mümkün değildir. Kendi kendini yetiştirebilecek olan tüccarların gelişimi için, bunların az da olsa eğitim alabileceği cumhuriyet döneminin beklenmesi gerekir. Ayşe Buğra’nın verdiği istatistikler ve örneklere de bakacak olursak, her ne kadar ilk dönem bürokrasi dışı tüccarlar eğitim seviyesi olarak yüksek olmasa da, cumhuriyetin sağladığı eğitim onların gelişimi için önemlidir.
Tarihsel gelişim içinde, sanayiciler her zaman hükümetlere yakın olmaya çalışmışlardır. En büyük işverenleri de devlet olduğundan, devletle zıtlaşan sanayiciler yaşayamamıştır. Koç dahi, DP döneminde CHP üyeliğini bırakmak zorunda kalmıştır. Bugün durum farklı mıdır? Eğitim seviyesi olarak, çoğu politikacıdan üstün olan üyeleri ile TÜSİAD, halen siyaset hayatına aktif etkisi olan bir kurumdur. Geçmişte hükümetle iyi ilişkiler kurmak için çabalayan TÜSİAD, bugün artık arkasına aldığı büyük dış sermaye gücü ve yarattığı iş kaynakları ile hükümetle zıtlaşabilecek bir pozisyona gelmiştir. Yine de, bugün dahi iktidarla iyi geçinemeyen Türk işadamlarının geleceklerini güvence altında görmeleri mümkün değildir. Buna örnek olarak, Uzan Grubu verilebilir. 2000’li yılların başına kadar Türkiye’deki büyük sanayi gruplarından olan Uzan’lar, siyasete atılmalarının ardından adeta yok olmuşlardır. Benzer şekilde, sanayi ve ticaret devletin kimi zaman baskı araçları haline de gelebilmektedir. Farklı bir alanda yargılanan veya itham edilen bir işadamının şirketleri veya tesisleri, tamamen olaydan bağımsız olmakla beraber bu olaylar üzerine incelemeye tabi tutulmaktadır.
Türk işadamlığı geleneğinin temelinde devlet vardır ve bu olgu 17. Yüzyıldan beri değişmemiştir. Türk girişimciliğinin gelişimi için devlet politikalarının daha şeffaf hale getirilmesi ve mümkün olduğunca siyaset etkisinden uzaklaştırılması şarttır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder