Tanel Demirel, benim 27
Mayıs hakkında araştırma yaparken bulabildiğim tek akademik eser olan “Türkiye’nin
Uzun On Yılı” adlı eserin de yazarı. Kendisinin çalışmaları ağırlıklı olarak
asker-sivil ilişkileri ve ordunun toplumdaki konumu üzerine. 27 Mayıs’la ilgili
tespitlerinin pek çoğuna katıldığım yazarın, bu makalesindeki görüşlerine ise
kısmen katılıyorum. Bu makale 2002 yılında yazılmış ve geçmişi irdelemesinin
yanında, geleceğe dönük de pek çok projeksiyon içeriyor. Makalede geçen
kavramları tartışmadan evvel, yazarın dilinin okuduğum diğer eseri olan “Türkiye’nin
Uzun On Yılı” ile aynı durulukta; fakat yazım düzeninin ondan daha karmaşık
olduğunu belirtmeliyim.
Ordunun devlet algısı ile
başlayacak olursak, bu algı, devletin yaşamış olduğu kopuşlara rağmen Türkiye’nin
ve onun mirasçısı olduğu Osmanlı ile diğer Türk devletlerinin bir
sürekliliği-sabiti olarak kalmıştır. Osmanlı dönemi, bu yazının konusu
olmadığından o bölümü atlıyorum. Cumhuriyet döneminde, ordu kendisini sadece
dış güvenlikten sorumlu görmekle yetinmemiş, ayrıca cumhuriyetçi batılılaşma
misyonunun da koruyucusu, hatta esas sahibi olarak algılamıştır. Bununla
beraber, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte; eğitim kurumları,
bürokrasi, basın vb. kurumlar değil, sadece ordu örgütünü ve gücünü korumuştur.
Bu da ordunun korporalist yaklaşımının temelidir. Tanel Demirel’in isabetle
tespit ettiği gibi, bu süreklilik ordunun ülkenin yok olmanın eşiğinden
kurtuluşunun sembolü olmasını da ortaya çıkarmıştır. Ordunun kurucu olduğunu
algılamasının ana sebebi de budur. Ordu da ülkenin zor zamanlarında yanında
olduğu imajını isteyerek veya istemeyerek pek çok hareketiyle pekiştirmiştir.
Bu da onun halktan destek bulabilmesini kolaylaştırmış ve her daim hiçbir
kurumun elde edemediği desteği elde etmesini kolaylaştırmıştır. Buna Demirel’in
verdiği örnek çok uygundur: Terör ve mahrumiyetin hüküm sürdüğü Doğu ve
Güneydoğu’ya sivil bürokrasinin isteksizce gitmesi, ancak bunun askerlerde çok
nadir görülmesi.
Ordu ayrıca toplum içinde
kendini sınıflarüstü bir role sahip görerek, yine devletin sahibi olma algısını
yerleştirmiştir. 27 Mayıs’ta CHP’li gibi algılanmaya başlayan ordunun daha
sonra bu darbeyle bağlarını koparması ve 12 Eylül sonrasında 27 Mayıs’tan kalan
bayram ve törenleri de ortadan kaldırması ile bu algısını kaldırma yolunda çaba
sarf etmiştir. TSK, yine bu algıyı kuvvetlendirmek için hiçbir zaman Mustafa
Kemal Atatürk dışında kişilerin kurumu olmamıştır. Kişilerin kült olma
potansiyellerinin en yüksek olduğu darbe dönemleri ve sonrasında dahi Evren,
Gürsel gibi isimler sembolleşmemiştir. Bu durumun günümüzde de sürdüğü
görülebilir. Her ne kadar iyi veya kötü bir komutan da olsa, halktan destek
görse veya görmese de, bugün Türkiye’nin eski bir Genelkurmay Başkanı
tutukludur ve bu durum kanıksanmıştır. TSK, bu durumu normal karşılamıştır.
Bunun sivil siyasetin üstünlüğü ile açıklanmasından ziyade, ordunun belirli bir
kesimin ordusu olmadığı algısını bozmamak için sessiz kalışı olarak yorumlamak
daha doğru olacaktır.
TSK, pek çok ülke ordusunda
görülmediği şekilde sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri(Güneydoğu’da dershane
açmak gibi), hatta sünnet ve evlilik şölenleri bile sunmaktadır. Türkiye’de
kamu hizmeti sunma görevi olan her kurumun yapması gereken bu işleri, bir
zamanlar sadece ordu yaptığından ordunun sivil toplum nezdindeki itibarı da
daha yüksekti. Ancak günümüzde, eleştirilmekte olsa dahi kamu hizmetleri
bölgeler arasındaki eşitsizliği giderecek seviyeye geldiğinden Tanel Demirel’in,
ordunun sunduğu hizmetlerle halk desteğini sağladığı görüşü bugün için kanımca
geçerliliğini yitirmiştir.
Son yıllarda
gerçekleştirilmeye çalışılan orduyu sivilleştirme projelerinin ne derece
başarılı olduğu oldukça tartışmalıdır. Ancak bu projeler, Demirel’in bazı
projeksiyonlarını geçersiz kılmıştır. Demirel’e göre, halkın orduya duyduğu
güvenin arkasında gerçek hayatta halkın şahit olduğu kimi olaylar yatmaktadır.
Bunlardan bazılarını belirtip, günümüzle karşılaştırmak gerekir. Örneğin,
Demirel’e göre halk TSK’dan YAŞ kararları sonrası emekli edilen hiçbir askerin
itiraz etmediğini görerek TSK’yı bir adalet sembolü olarak görmektedir. Bugün
bu önerme yanlışlanmıştır. Ordudan emekli edilen 3 general, Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi’ne başvurmuş, yargı kararıyla göreve döndükten sonra tekrar emekli
edilmişlerdir. Yine Demirel’e göre orduda yükselmeler liyakat esasına
dayandığından, halkta torpilin olmadığı yegane kurum algısı oluşmuştur. Bu olgu
da bugün için kanımca gerçek değildir. Son iki YAŞ’ın kararlarına bakılacak
olursa, liyakat esası yerine siyasi iradenin karar vermesi esası
benimsenmiştir; ki olması gereken de budur.
Geçmişteki ekonomik
gelişmeler ve benzeri sosyoekonomik olaylar ve ordunun darbe dönemlerinde dahi
isteyerek mi yaptığı bilinmeden kendini otolimitasyona tabi tutması ve
uyguladığı şiddeti halk kesimlerine eşit dağıtması(!) sebebiyle, halkın gözünde
ordu halen kurtarıcı rolündedir. Peygamber ocağı geleneğinden gelen bu durumun
2012 senesinde değiştiğini düşünmek hayalciliktir. Ordu ve toplum ilişkisini 2
sayfa ile veya koca bir kitapla anlatmak mümkün değildir. Zira toplumların
hafızası, yüzyıllarda oluşmuştur ve her zaman bu hafıza belirli bir kesimde
taze kalmaktadır. En yakın örneği için çok uzağa değil, 29 Ekim 2012’ye bakmak
yeterli olacaktır. CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı, 29 Ekim
törenlerinde 1. Ordu komutanına aynen şu şekilde seslenmiştir: “Sizin korumanız gereken Cumhuriyet’e biz
sahip çıkıyoruz”. 2012 senesinde, halen ülkenin ana muhalefet partisi
ordunun koruyucu ve kollayıcı paternalist rolünü kabullenmiş olduğunu gururla
haykırmaktadır. Bu tablo karşısında, bugün Tanel Demirel’in yazısı devlet
zoruyla tüm siyasilere okutulsa da 10 sene sonra da aynı cümleyi haykıracak
olanlar çıkacaktır. 2 darbe ve 2 muhtıra üzerine hala iyi veya kötü sivil
iktidarı kabullenemeyenler olduktan sonra, yazılacak binlerce sayfa anlam ifade
etmeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder