Ayşe Buğra’nın makalesi,
Türkiye’de iş adamlarının cumhuriyetin kuruluşundan itibaren geçirdikleri
süreçleri kısa da olsa özetliyor. Makalenin dili oldukça yalın ve anlaşılır.
Aslında bu durum biraz da ilginç, zira Ayşe Buğra Boğaziçi Üniversitesi’nde
çalışan bir akademisyen ve akademisyenlerin makalelerinde bu kadar anlaşılır
olunmasına çok da alışık değilim.
Ayşe Buğra, iş adamlığı ve
girişimciliği kültürel temeller üzerinden değerlendirerek, Türkiye’deki iş
adamlarının kökenini ve devletle olan ilişkilerini sorguluyor. Kendisinin de
belirttiği gibi çalışması ilginç, zira Türkiye’de yerleşmiş algıya ve eğitime
göre, ticaret ve sanayi Osmanlı döneminden beri gayrimüslimlerin alanıdır ve
Müslümanlar bu alanda başarılı olamamaktadır. Gerçekten de, bu algı bazı ders
kitaplarımıza dahi girmiş bulunmaktadır. 1970’lerin ünlü ticaret hukuku
profesörü Reha Poroy’un Ticari İşletme Hukuku kitabının tarihsel süreç kısmında
dahi, Osmanlı döneminde ticaretin “dini” sebeplerle Musevi ve Hristiyanların
elinde olduğu belirtilmektedir. Peki gerçekten de bu “dini sebepler” midir tek
etken? Ayşe Buğra’nın da isabetle belirttiği gibi, gerçekten dini sebeplere
bakacak olursak Müslümanlar’ın gayrimüslimleri ticarette saf dışı bırakması
gerekirdi. Ortaçağ’da tüm malvarlıklarını ölürken kiliseye bağışlayan
tüccarların bunu “malvarlığı ile cennete gitmek, devenin iğne deliğinden
geçmesinden zordur” motivasyonu ile yapmaları, aslında dini sebeplerin çok da
bize öğretildiği gibi olmadığını biraz da olsa gösterir. Protestanlığın en
büyük desteği burjuvaziden alması da bu inanca duyulan tepkinin eseridir. Bunun
aksinde ise, Müslümanlık ortaya çıkışından itibaren ticaret ile barışık
olmuştur, bunun da en güzel örneği Hz. Muhammed’in de ticaretle uğraşmış olmasıdır.
Ayşe Buğra’ya 17. Yüzyıl sonrası Osmanlı’da ticaretle uğraşan kesimin daha çok
gayrimüslimler olmaya başlamasını kapitülasyonlara dayandırıyor, fakat ben bu
görüşü desteklemekle beraber yeterli de bulmuyorum. Sanayi devrimi sonrası,
Batılı sanayici ve tüccarlar gelişmiş olsa da, Reform’un etkisi sanayi ile
devletin ayrılması Batılı sanayici ve tüccarların öne çıkmasında daha
etkilidir. Osmanlı’da da ticareti ele geçirenlere bakılırsa, genel olarak Batı
görmüş veya Batı’dan gelmiş tüccarlar olduğu görülecektir. Kapitülasyonlar
elbette imtiyazları da beraberinde getirerek, gayrimüslimlerin önünü açmıştır;
fakat bunu sadece kapitülasyonlara bağlamak da yeterli olmayacaktır.
Türkiye’de, devraldığı
imparatorluk mirasına uygun olarak ulus devletin inşasına kadar geçen süreçte
sermaye birikimi yaşanmamıştır. Toprak sahipliği de Osmanlı toprak sisteminin
bozulması ile birlikte en büyük servet olagelmiştir. Bu durum, İttihat Terakki
ile başlayan uluslaşma sürecine kadar Türkiye’de büyük sermaye sahiplerinin görülmeyişini
destekler. Daha sonra ortaya çıkan sanayicilerin ve tüccarların da çok büyük
kısmı, elde ettikleri sermayenin büyük kısmı ile toprak alacak ve bir bakıma
kendilerini imparatorluktan kalma bir adetle güvence altına alacaklardır.
Ayşe Buğra’nın belirttiği,
Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan bürokrasinin meslek haline dönüşmesi olgusunu
açmak gerekir. Tanzimat, geç modernleşmenin getirdiği bir süreçtir. Hızla
modernleşmek isteyen Osmanlı’da, Türk devlet geleneğine uygun olarak zaten
güçlü olan devlet memurluğu iyice güçlenmiştir. İyi bir hayat sürmenin yegane
yolu, iyiden iyiye saraydan geçmeye başlamıştır. En basitinden iyi eğitimin
yolu dahi Mekteb-i Sultani yani bürokrasinin mektebidir. Bu ortamda, tüccar ve
iş adamlarının bürokrasi dışından çıkması da mümkün değildir. Kendi kendini
yetiştirebilecek olan tüccarların gelişimi için, bunların az da olsa eğitim
alabileceği cumhuriyet döneminin beklenmesi gerekir. Ayşe Buğra’nın verdiği
istatistikler ve örneklere de bakacak olursak, her ne kadar ilk dönem bürokrasi
dışı tüccarlar eğitim seviyesi olarak yüksek olmasa da, cumhuriyetin sağladığı
eğitim onların gelişimi için önemlidir.
Tarihsel gelişim içinde,
sanayiciler her zaman hükümetlere yakın olmaya çalışmışlardır. En büyük
işverenleri de devlet olduğundan, devletle zıtlaşan sanayiciler yaşayamamıştır.
Koç dahi, DP döneminde CHP üyeliğini bırakmak zorunda kalmıştır. Bugün durum
farklı mıdır? Eğitim seviyesi olarak, çoğu politikacıdan üstün olan üyeleri ile
TÜSİAD, halen siyaset hayatına aktif etkisi olan bir kurumdur. Geçmişte
hükümetle iyi ilişkiler kurmak için çabalayan TÜSİAD, bugün artık arkasına
aldığı büyük dış sermaye gücü ve yarattığı iş kaynakları ile hükümetle
zıtlaşabilecek bir pozisyona gelmiştir. Yine de, bugün dahi iktidarla iyi
geçinemeyen Türk işadamlarının geleceklerini güvence altında görmeleri mümkün
değildir. Buna örnek olarak, Uzan Grubu verilebilir. 2000’li yılların başına
kadar Türkiye’deki büyük sanayi gruplarından olan Uzan’lar, siyasete
atılmalarının ardından adeta yok olmuşlardır. Benzer şekilde, sanayi ve ticaret
devletin kimi zaman baskı araçları haline de gelebilmektedir. Farklı bir alanda
yargılanan veya itham edilen bir işadamının şirketleri veya tesisleri, tamamen
olaydan bağımsız olmakla beraber bu olaylar üzerine incelemeye tabi
tutulmaktadır.
Türk işadamlığı geleneğinin
temelinde devlet vardır ve bu olgu 17. Yüzyıldan beri değişmemiştir. Türk
girişimciliğinin gelişimi için devlet politikalarının daha şeffaf hale
getirilmesi ve mümkün olduğunca siyaset etkisinden uzaklaştırılması şarttır.